Pek çok insan hayatının büyük çoğunluğunu bilinçli alandan değil bilinçdışı bir alandan yaşıyor. Gündelik yaşamımız içinde pek de azımsanamayacak kadar çok diyalog yetişkin- yetişkin halimizden değil çocukluğumuzdan gelen bilinçdışı şemalardan gerçekleşebiliyor. İnsan bilinçdışı yapısı; bilinçli alanı gibi lineer-mantıksal bir sistem üzerinden işlemiyor. Biraz daha karmaşık bir yapı olarak karşımıza çıkıyor.
Öyle ki bazen bir soruya düz bir şekilde verdiğimizi sandığımız yanıtlar bile karşımızdaki insanın kendi içsel dinamiklerince yorumlanıp sonra tekrar bizim içsel dinamiklerimize çarpıp bir döngüsellik içinde gerçekleşebiliyor.
Eğer biz o an yetişkin modumuzda ve bilinçli alanımızdan yanıtlar verebiliyorsak bu döngüyü kırabiliyoruz yahut bu döngüye girmemeyi tercih edebiliyoruz.
Çoğu kez seans odasında danışanlar ile ilişkimizde de bu aktarım sürecini deneyimleyebiliyoruz. Danışan terapi odasına geliyor ve terapist “sana nasıl yardımcı olabilirim, senin için ne yapabilirim? Sorusunu sormakla bir süreç başlatıyor. Bu temel danışmanlık sorusu danışanın kendisini açmasına imkan sağlayan bir sorudur. Görüşmeler ilerledikçe terapötik ittifak kuruluyor ve Danışan terapiste kendini açmaya başladıkça dinamikler oluşuyor. Bir bakıyoruz ki Danışan terapiste bir kimlik yüklemeye başlıyor. Danışan; Bilinçdışı bir şekilde terapistini anne/baba yahut geçmiş dönem yaşantılarındaki bir otorite figürü yerine koyuyor ve bilinçdışı çatışmalarını terapist üzerine projekte ediyor. Böylece Bir temsil üzerinden çocukluk döneminde yaşadığı şeyi yeniden yaşantılamaya başlıyor. Bunu nedeni ise danışanın bilinçdışı olarak bildiği, alışmış olduğu yolun bu olması ve aynı döngüyü tekrar etmek istemesidir.
İşte tam da bu noktada terapist bu rolü kendisine giydirmediğinde, yani psikanalitik bağlamda danışanın karşısında “sağlıklı nesne” olarak durabildiğinde bu döngü kırılmaya, süreç değişmeye ve dönüşüm yaşanmaya başlıyor. İşte biz bu sürece aktarım süreci diyoruz.
Gündelik yaşantımızda da bazen bu tip durumlarla karşılaşabiliyoruz. Örneğin bir konuşma esnasında taraflardan birinin bilinçdışı şemaları aktif ise o şemalar üzerinden kişi diğeriyle iletişime geçmeye çalışabilir. Eğer diğer kişinin de aldığı bu aktarım üzerinden kendi bilinçdışı şemalarından birini aktive olursa bu kez de onun bilinçdışından diğerine doğru bir karşı aktarım başlar. Ve iki kişi arasında geçtiğini sandığımız normal bir diyalog gibi görünen süreçte aslında iki kişinin bilinçdışı iletişime geçmiş olur. Dahası, iki kişinin de çocukluk döneminden gelen bilinçdışı şemaları aktive olduğundan bu şemalar üzerinden her bir kişi kendi dinamikleri ile çatışmaya başlar. İşte asıl cümbüş(!) de o zaman başlıyor. Çünkü o esnada ikisinin de karşısında temsili/ ikame figürler yer alıyor. Böylece kimse kimsenin dediğini anlamıyor ve döngü kendini mütemadiyen tekrar ediyor.
Eğer taraflardan biri o an bilinçli alandaysa yani yapılan davranış onun bilinçdışını aktive etmiyorsa; kişi sağlıklı nesne olarak sürece bakıp diyalogu sonlandırmayı seçebilir,yahut bu durumun kendisiyle ilgili olmadığını fark edip duruma mesafe katedebilir.
Mesela suçlayıcı bir dil ile biri size yaklaşıyorsa; eğer bilinçdışı suçluluk ile ilgili şemanız aktif değilse onu dinlersiniz ve sağlam bir şekilde karşısında kendinizden emin olarak durabilirsiniz. Ancak sizin de içinizde hiçbir şekilde sorumluluk alanınızda olmayan bir konu olsa dahi sürekli kendini suçlayan bir parçanız var ise işte o zaman bu suçlayıcı ok sizin bilinçdışınızı aktive eder ve büyük bir tepki verirsiniz.
Çünkü çocukluk döneminizdeki ebeveynlerinizle/bakımverenlerinizle yaşadığınız çatışmayı yeniden yaşarsınız. Kişiler arası ilişkilerde döngüler bu yol ile kendini tekrar eder.
İşte böyle bu durumlarda kendinize şunu sorun:
Burada benim ile ilgili bir durum var mı? Yoksa karşımdaki kişi kendi bilinçdışı savunmalarıyla mı boğuşuyor? Burada bende aktive olan bir şey var mı? Var ise bununla ilgili kendinizle (gerekirse bir terapist eşliğinde) çalışmalısınız. Yok ise de, durum karşımızdaki kişi ie ilgilidir, kişiselleştirmeye girmemek gerekir.
Anlam ve Sevgi ile,
Uzm. Psk. Ebru Özer