Geçmişte, çocuklukta uzunca bir süre sempatik sinir sistemini aktive etmiş olaylar, durumlar beyin nörokimyasında davranışsal bilişsel ve duygusal uyarımların pekişmesine yol açıyor. Ve beyin bugün aslında bizim için tehlikeli olmayan bir duruma dahi tehlike algılayıp alarm veriyor. Böylece sempatik sinir sistemi devreye giriyor. Aslında terapilerde terapötik olarak yapmaya çalıştığımız şey bu gibi durumlarda parasempatik sinir sistemini devreye sokmaktır. Yani kişinin tepkisel olarak reaksiyon verdiği davranış düşünme ve duygu kalıpları devreye girdiğinde bunların onun için işlevsel olmadığını farkına varılmasını sağlamayı amaçlarız.
TERAPİDE DUYGULARLA NASIL ÇALIŞIRIZ?
Örneğin öfke duygusunu ele alalım. Öfke, sempatik sinir sisteminin uyarılması sonucu açığa çıkabilecek bir duygudur. Genellikle engellenme durumlarında ve kişinin çocukluk döneminden bu yana kendisiyle ilgili oluşturduğu temel inanç kalıpları yeniden tetiklendiğinde ortaya çıkabilir. Örneğin: haksızlığa uğrama düşüncesi, adaletsiz bir dünyaya yönelik kişinin çekirdek inancından kaynaklanabilir. Aslında bu gibi durumlarda öfke genellikle paravan bir duygudur. Altında kişinin kendisiyle ilgili farklı bir inanç kalıplarının tetiklenmesi yer alır. Bazen altında farklı bir duygu mesela bir korku da olabilir. “Haksızlığa uğrama korkusu”
Bu duygular tıpkı matruşka gibi açıldıkça açılır. Yani görünen duygu kişi için başka bir şeyin “altlığı” olabilir.
Bu durumlarda Kişi kendisine bunları sormalı: “Bu öfke nereden geliyor? Neden bu kadar tetiklendim? Karşımdaki insan böyle davranmışsa ne olmuş? O böyle davrandığında bende neler oluyor?” Bu sorular eşliğinde kişinin kendini adeta bir “gözlemci” gibi izlemesi gerekir.
Terapi odasında, terapist ve danışan arasındaki terapötik ilişki ve güven çerçevesinde terapistin soruları ve danışana eşlik ve rehberlik ediyor olması iyileşme süresinde danışmanın sorunlarını çözmesine ve sorunlarına yönelik farkındalık kazanmasına yardımcı olur. Terapi esnasında yapılan sokratik sorgulamalar ile danışanın getirdiği gündemdeki aktüel sorunun danışan içim neden bir tetikleyiciye dönüştüğü anlaşılmaya çalışılır ve bu tetikleyici unsurun altındaki çekirdek düşünceye ulaşmak amaçlanır. Danışanın kendisiyle ilgili çeşitli negatif düşünce ve kognisyonları olabilir. Mesela yok sayılma korkusu ve kişinin kendisine yönelik “ben yokum/hiçim” negatif inancı gibi veya haksızlık korkusu ve kişinin kendisine yönelik “kendimi savunamam/ kimseye güvenemem” negatif inancı gibi.
Terapide yapmaya çalıştığımız şeylerden biri de; bu negatif inanç kalıplarının geçmiş dönem yaşantılarımızla olan bağını anlamaktır. Bu yüzden “ilk ne zaman böyle bir duygu, yahut kendine yönelik böyle bir negatif inanç hissettin?” sorusu terapide şimdi ve geçmiş arasındaki köprünün kurulması bakımından önem taşır. Bu anlamda çocukluktan günümüze kadar gelen bilinçdışı içeriği fark etmek önemlidir. Böylelikle terapi ilerledikçe bilinçdışı içerik bilinçli alana dahil edilmiş olur.
Beyin tarafından aşina olunan, kalıplaşmış bir yol var. Kişinin geçmiş dönemde kendini korumak için oluşturduğu ve sürekli yaparak pekiştirdiği onun için otomatikleşmiş bir yol bu… Çok iyi bildiği bir yol.. Çok tanıdık bir yol…
Kişinin çok sık yaşadığı, maruz kaldığı bir olay, sonrası hissettiği bir duygu, sonrasında ona yönelik baş etmek için geliştirdiği bir strateji var bunun karşısında egonun kendini korumak için oluşturduğu (benliğini korumak için oluşturduğu) bir savunma mekanizması var. Mesela kişi çocukluğunda ihmal edilmiş ihtiyaçları yok sayılmış diyelim; kişi bunun Karşısında bir strateji geliştiriyor. Mesela içe kapanıyor, mesela pasif agresyon geliştiriyor yahut bu yok sayılma karşısında öfkeleniyor yahut bedensel bir somatizasyon (karın ağrısı vb.) yaşıyor. Kişi bu duruma çok sık maruz kalıyor ve sonra bir inanç geliştiriyor. Diyelim ki “kimse beni umursamaz, ben umursanmaya layık değilim.” Böyle bir bilinçdışı inanç geliştirdi kişi. Bir yandan da sadece okul başarısı takdir edildi diyelim ki..Bu kez de şu pekişiyor: “Ben başarılı olursam var sayılırım, var olabilmem için başarılı olmam gerekir.” Sonra bu genel inanca dönüyor: “Bir insanın var olabilmesi için başarılı olması gerekir.”
Sonra kişi artık bu yolu bildiği için karşısındaki dünyayı da böyle okuyor, böyle konumlandırıyor. Böyle bir dünya var artık onun için.İşte bu bildiği yol doğrultusunda karşısına çıkan insanları da kendi hikayesine göre konumlandırıyor. Bilinçdışı olarak bildiği tanıdığı hikayeyi yeniden yaşantılamasına imkan sağlayan kişileri hayatına çekiyor. Sonra da bilinçdışı döngüler yaşıyor.Kişiler farklı ancak hikaye döngüsü aynı oluyor.
Şimdi tekrar dönelim sempatik parasempatik sinir sistemlerine… kişinin yok sayılma korkusu vardı ve yok sayılmamak için ortaya koyduğu bilinçdışı stratejiler vardı dedik.. mesela çok başarılı olmak… kişi çok görünürde popüler ve iyi bir iş adamı diyelim.. evli, 2 çocuk babası diyelim ki… eşi ona sormadan bir gün sürpriz yapmak içni tatil yeri ayırtmış.. kişi bunu öğreniyor birden küplere biniyor. Ve birden bire aslında tehdit içeriği olmamasına rağmen tehdit algılıyor. Organizma böyle algılıyor bunu bilinçdışından şu geliyor: yine yok sayıldım… geçmişte yok sayıldığında öfkelenmişti diyelim.. yine öfkeleniyor… yahut içe çekilmişti diyelim içe çekilme yahut pasif agresyon ile cezalandırma vb. Davranış örüntüleri sergiliyor. Aslında burada bu kadar tepki göstermeyebilir… büyük bir tehdit yok… ancak büyük bir tehdit algısı hissediyor.
PSİKOTERAPİ SÜRECi NASIL İŞLİYOR?
İNSANA ÜÇ BOYUTLU BAKIŞ:
Bu kişiyle 3 boyutlu ontoloji ile çalışalım:
Bu kişiyle 1. Boyut yani somatik/fiziksel alanda çalışırken neler yapabiliriz?
Bu gibi durumlarda danışanın parasempatik sinir sistemine geçmesini sağlayacak ve onu rahatlatacak nefes ve gevşeme gibi bedensel egzersizleri öğretebilirsiniz. Öfke yönetimi ile ilgili çalışabilirsiniz. Santral sinir sistemini aktive edecek çalışmalar yapabilirsiniz. Gevşeme rahatlama egzersizleri öğretilebilir. Tarifleme üzerinden beden odaklı terapiler yapılabilir. (focusing, Mindfullness teknikleri, beden odaklı terapiler) bu terapiler ile hissettiği duyguyu tariflemesini isteyebilirsiniz. Örneğin öfkeyi ele alalım. “Bu öfke bedeninin neresinde?” “Şu anda bedeninde neler oluyor” vb. sorular eşliğinde rahatlama ve stres yönetimine yönelik çalışılabilir. Yani parasempatik sinir sistemini aktive edecek şeylere yönlendirilebilir. Odak noktasını başka bir yere yönelterek derefleksiyon yapılabilir. Bu yöntemler çoğaltılabilir…
Psişik/psikolojik düzlemde çalışırken; kişiye geçmiş yaşantı ve şimdi ve burada arasındaki bağlantıyı kurdurabilirsiniz. Şimdi bende neler oluyor, hangi duygu yükseliyor, bu duygunun arkasında ne var? Hangi düşüncem aktive oldu, bunu altında ne gibi bir şema var? İçimizdeki çocuk çalışması yapılabilir. Özşefkatli meditasyonlar yapılabilir. İçimizdeki parçalar/yönler ile çalışılabilir. Örneğin kişi içindeki yoksayılmış hisseden o küçük çocuk ile temas edebilir… Anıya götürüp imajinasyon çalışması yapılabilir. Örneklemedeki “başarı ve var olmak” arasındaki kurduğu ilişkiyi kişiye fark ettirilebilir. Başarılı olmasa da var olduğunu yönelik farkındalık oluşturulabilir. Kendini kabul ile ilgili çalışmalar yapılabilir. Aktüel olarak terapiye getirdiği çatışmanın-örneğin eşiyle yaşadığı çatışmanın- altındaki temel çatışma kişiye gösterilebilir. Yahut çocukluk dönemindeki sürücülerden bahsedebiliriz (-meli, -malı şeklindeki içealımlar)
Kişinin çocukluğunda “sakın var olma” diye içine aldığı bir sürücü(içselleştirilmiş ebeveyn sesi) var diyelim. Bu sürücü yerine neyi koyabilir? Hipnotik telkinler verilebilir. Kişi, yaşadığı olayı kendisiyle temas edebilmek için bir fırsat olarak yorumlayabilir.Kişinin şimdi ve burada’ya odaklanarak çatışmanın ve duygularının üstüne çıkabileceği, bunu kapsayabilecek gücü olduğuna vurgusu yapılabilir. Yahut bu ortaya çıkan şeyin kişiliğinin bir yönü olduğunu onun tamamı olmadığı vurgusu yapılabilir. Bu yön geçmişte bir zamanlar onun için işlevseldi, bir amaç için oradaydı ancak şimdi kişinin buna ihtiyacı yok, buna yönelik çalışılabilir. Kişi bilişsel olarak dirençliyse Hipnoz altında bu tip terapötik çalışmalar yapılabilir.
Geistik alanda kişinin yaşadığu “varoluşsal kaygı” ele alınabilir. Bu yok sayılma durumununun temelinde kişinin varoluşsal kaygı, ölüm, yaşam gibi temalarla ilgisine bakılır. Kişinin geistik mücadele ve meydan okuma gücü ortaya konabilir.Geistik varoluşunu kimsenin elinden alamayacağı, geistik/varoluşsal özün hiç bozulmadığını, hep sağlan kaldığını, sadece psişik alanda bozulmalar olabileceği söylenebilir. Anlama yönlendirilebilir kişi. Sadece onun yapabildiği ve çok iyi yaptığı şeyler ön palana çıkarılabilir. Kişi, dış dünyaya yönelerek anlamlı bir şey yaparak, kendini anlamlı bir göreve adayarak var oluşunun amaçlılığının farkına varabilir. Mesela yok sayılmış, görülmeyen ihtimale uğramış çocuklarla ilgili bir sosyal sorumluluk projesine yönlendirilebilir. Bu örnekler çoğaltılabilir.
Uzman Psikolog Ebru Özer