“Ben” dediğimiz şeyin karşısına bir “sen” koyduğumuzda; hakikatimiz ben ile sen’in diyaloğunda, varoluşsal karşılaşmasında meydana gelir. Bir diğer tabirle “Ben; kendini sen’de tanır ve konumlandırır.”
Buna karşılık “Biz” değimizde ise bir aidiyet duygusu ve birlik ile davranma güdüsü ortaya çıkar. Ortak hedefler konulur.
Peki onlar? Onlar dediğimizde ne olur? Onlar ise biz’in dışında kalan her şeye dönüşebilir. Asıl sorun “onlar” dendiğinde beynin algısıdır. çünkü “Onlar” beyin için tehdit içeren bir olgu haline geldiğinde limbik sistemi tetikler. Bireyde “Savaş ya da kaç” içgüdüsünü devreye sokar.
İşte öteki tam da bu konumda bir ötekileştirme sorunu olarak kendini gösterir.
Sorulması gerek soru şudur: Peki limbik sistemin bu tehlike algısı her zaman gerçekçi midir? Gerçek bir tehlike var ise elbette durum normal…
Peki gerçek bir tehlike yoksa ne olacak? O zaman limbik sistemin bu otomatik tehlike algısına karşı prefrontal korteks devreye girecek ve ruhsal gücümüz bize şunu hatırlatacak: “büyük biz” diyebilmeyi… yani hepimizi… yani kimliklerin ötesinde, kişilerin ötesinde, her türlü aykırı görüşlerin ötesinde “insan” olduğumuz yeri… hatta canlı olduğumuz yeri… yeryüzü ile bağlantımızı…dünya ile bağlantımızı… canlılık ile bağlantımızı… manevi/ilahi connection(bağlantı) halimizi…
Sol beynin tüm tasnif ve sınıflandırmalarını yalnızca sağ beyne hizmet eden bir yapı olarak görüp; (corpus collosum: sol beyninden sağ beyne iletiyi sağlar) Sağ beynin birleştirici sentez gücünü devreye sokabilmeyi…
Yani Değer yargısı değil “değer” ürettiğimiz yeri…
Salt egoyu ve benliğimizi koruma amaçlı oluştuğumuz savunma mekanizmalarıyla değil salt bireysel ihtiyaç odaklı değil; ötekinin de ihtiyaç ve duyguları istekleri ile “empati” yapabildiğimiz yeri… “aynı” olduğumuz yeri…
Birlikten de öte evrensel olarak ve ilahi olarak diyelim “BİR” olduğumuz yeri…
Anlam ve Sevgi ile,
Uzm. Psk. Ebru Özer